Tercüman Gazetesi Yazarı Metin Özkan'ın röportaj yaptığı ATO Başkanı Sinan Aygün, paşalarla birlikte kaldığı cezaevi anılarını da anlattı.
Paşalara bir gün bile bulaşık yıkatmadığını söyleyen Aygün, "Paşalarımız çok kültürlü ve birikimli insanlardı. Hemen her konuda sohbet ediyor, bilmediğim birçok bilgiyi detayları ile öğrenirken genel kültürümü biraz daha geliştiriyordum. " dedi.
ATO Başkanı Sinan Aygün 14 gün önce çıktığı evine, ‘aynı elbise, ayakkabı ve pantolonla’ ile geri dönmüştü. Hayatında ilk kez hakim karşısına çıkmanın burukluğunu yaşayan Aygün, Türk yargısına olan güvenini hiçbir zaman kaybetmeyerek, Türk yargısının doğruyu bulacağına olan inancını sonuna kadar korudu. Tahliye haberi, Aygün’ün belki de hayatı boyunca aldığı sevinçli haberdi.
“Benimle ilgili iddiaların yargı sürecinde aydınlığa çıkaracağından yargının bunun gözlemleyeceğinden ve mahkeme kararı ile aklanacağımdan kuşku duymuyorum” diyen Aygün, devlete borçlandığını ve artık bu borcu ödemek için daha da gayretli çalışacağını söyledi. Aygün, cezaevi günlerini Tercüman’a anlattı:
Çok utandım: (..)Başıma böyle bir şey gelmemişti. Ama inandığım bir şey vardı. Türk yargısına sonuna kadar güvendim ve Türk yargısının doğruyu bulacağına inandım. Bu inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. ‘Ben ne yaptım’ diye kendi kendime sordum. Bana atfedilen iddiaları gözümün önünden geçirdim. Çok zor bir süreçti.
Herşey sınırlıydı: İnsanlardan uzak olmak gerçekten çok zor bir durum. Yaklaşık 11 yıldır ATO’nun başındayım ama hiç mahkemeye çıkmadım. Türk yargısına olan güvenimi ve inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. Benim için zor bir dönemdi. Buzdolabı aldırdığım doğru. Hatta bulaşık bile yıkadım. Birer yatak ve ortak kullanıma açık bir tuvalet ile banyo bulunuyordu koğuşta. Plastik sandalye ve masa da getirdiler sonradan.
Televizyon izleme olanağımız sınırlıydı. Önceden istememiz durumunda da gazete getiriyorlardı. Her iki emniyet müdürlüğünde de günde 3 öğün yemeğimizi verdiler. Metris’te de Kandıra’da da devletimiz bize iyi baktı. Ben bu ülke için gecemi gündüzüme katıp çalışıyorum. Sırt üstü yatıp para kazanmak benim tarzım değil. Ama 14 gün boyunca sırt üstü yattım. Alışkın olmadığım bir durum. 14 gün önce çıkmış olduğum evime, 14 gün sonra aynı elbisemle, aynı ayakkabılarımla aynı panto lonumla geri döndüm.
Koğuşta üç kişiydik: Koğuşta Şener Eruygur ve Hurşit Tolon Paşalarım ile birlikte üç kişiydik. Komutanlarımın son derece programlı bir yaşam tarzı olduğu için bu programlılık koğuşta da aynen devam ediyordu. Sabah namazından sonra başlayan sabah sporu, hemen arkasından duş ve yarım saatlik dinlenmeden sonra kahvaltı...
Kahvaltı sonrası gazetelere göz atıyor ve sonrasında koyu bir sohbete dalıyorduk. Tabi arkasından volta atma faslı başlıyor ve öğle yemeği... Yemekten sonra çay içiyor, bir saat uyuyor ve uyandığımızda da kitap okumaya başlıyorduk. Akşam yemeği sonrası ise televizyon seyredip uyuyorduk.
Aileden aldığım terbiye gereği yaşı benden büyük olan paşalarıma Kandıra cezaevinde kaldığım süre içinde ne bir gün bulaşık yıkattım, ne de çay demlettim. Tüm işleri ben yaptım. Bana da iyi geldi. Zaman daha çabuk geçiyordu.
Paşalarımız çok kültürlü ve birikimli insanlardı. Hemen her konuda sohbet ediyor, bilmediğim birçok bilgiyi detayları ile öğrenirken genel kültürümü biraz daha geliştiriyordum. Türk halk ve Türk sanat müziğinin yanı sıra, klasik müzik merakı olan Eruygur ve Tolon Paşalarımın, müzik ve nota bilgilerinin çok yüksek olması beni şaşırtan konulardan biriydi.
Paşalar soğuk kanlı: Paşaların son derece soğukkanlı, sakin ve metanetli olmaları. Sık sık, “Biz bu ülkeyi ve milleti seviyoruz. Devletimizin düzenini bozacak hiçbir yanlışımız olmadı, olamaz da... Yüce adalete güveniyoruz” sözlerini tekrarlıyor ve “Hak yerini bulacaktır” diyorlardı. Ben tahliye olurken çok sevindiler.