Puna Pamir’in ikinci kitabı olan Benim İnsanlarım okurları ile buluştu. Yazarın çocukluk yıllarının geçtiği, bugün için değişmiş ve unutulmuş Ankara semtlerinde başlayan anı öyküleri, günümüzün İstanbul’una ve yazarın kendi dünyasındaki yolculuklara doğru uzanıyor. Yazarın öykülerinin kaynağı gerçek hayat. Öyküleri olduğu gibi değil, edebi ve estetik kaygılarla yazıldığını görüyoruz. İnsanın geçmişini ve yaşadığı yerleri unutmaması güzel bir duygu. Kitabın genelindeki nostaljik öğeler, yazarın gözlem gücü, insan psikolojisinin derinliklerine inme yeteneği, anlatımındaki duygu ve düşünsel derinliğinin yanı sıra öykülerde kahramanların tutkuları, saplantıları, sevgileri, sırları ve özlemleri bizimle paylaşılıyor.
Nostaljik Ankara ortamında başlayan ilk anı öyküde, yakınları tarafından aldatılacağı korkusunu yaşamı boyunca duyan ama sonra bu korkularına doğru seçimler yaparak kaderini oluşturan Ferhan teyzeyi tanıyoruz. Yazarın, yine çocukluk yıllarında Ankara’daki bir komşusu olan Nelli ablanın, kişiliği gereği yaptığı seçimlerle, sıra dışı bir hayattan nasıl sıra dışı bir sona ulaştığını okurken öykünün geçtiği yıllardaki Ankara’nın pek çok unutulmuş özelliği bize hatırlatılıyor.
Bir sonraki anı öykü yine Ankara’da, yazarın genç kızlık yıllarında gözlemlediği, evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı kendine tutku haline getirmiş bir komşusunun sır dolu öyküsü. Yazarın üniversite yıllarına denk gelen bir diğer öykü ise Vücut Şampiyonu adını taşıyor.
Yetmişli yılların başında başlayan anı öyküde ise yazar, büyük değişimler için çabalayan Sibel’in, uğraşlarının ardındaki psikolojik nedenleri bize sunuyor. Bundan sonraki öyküler artık İstanbul’da geçiyor. Öykünün geçtiği tarihteki İstanbul özelliklerinin de vurgulandığı ilk öyküde evde çalışan bir yardımcının hayatını okuyoruz. Artık seksenli yıllara gelinmiştir. Türkiye değişimlerin içindedir, İstanbul’da yüksek sosyete oluşmuştur. Bir fabrikatörün eşi olan ve ebedi gençliği arayan Nimet hanımın yaşamöyküsünde, onun tutkularını öğreniyoruz.
Yazar, sonra seksenli yılların sonunda tanıdığı Ubeydullah adlı Kürt kökenli bir işçinin öyküsünü anlatırken, bir önceki öyküdeki varsıllığı ve bu öyküdeki yoksulluğu peş peşe yazarak Türkiye’deki sosyal yapının çelişkilerini hatırlatıyor. Kitabın son bölümü ise, yazarın kendi hayatından çekip çıkarttığı, çarpıcı ve duygu yüklü iki öyküden oluşuyor.
Sayım Çınar